27 Haziran 2011 Pazartesi

Bir Paranoya'nın Günlüğü 14

İnsanların yağmurdan kaçması ve denize girmesi hep bana karışık gelmiştir. Denize giren bir insan neden yağmurdan kaçsın? Ya da yağmurdan kaçan insan neden denize girsin? İkisi de ıslanmak değil mi sonuçta? Denize girerek bile bile ıslanırken, neden yağmurdan kaçarlar? Kıyafetler ıslanmasın diye demeyin bana, denize çıplak girmiyorsanız, denizde de üstünüzde bir kıyafet var! “ama o özel kıyafet” de demeyin. Yok öyle bir şey. Her ikisinde de insanların bir taraflarını örtmek için kullanılan bir takım şeyler. Yağmurdan sonra ıslanmaya lanet okunur, denizden çıktığında “oh ne güzel ıslandım” denir. Doğaya karşı bir iki yüzlülük olabilir mi? Ha bir de yağmurda şemsiye taşınır. Aman ıslanmayayım diye. Denizde de tekneyle gez ıslanma. Ya da ikisinde ıslan rahat et. Çölde olsan o yağmur için yıllarca dua edebilirsin. Yıldız kayınca neden dilek tutulur? Yıldızın ruhani bir gücü mü var? Güzel bir gök yüzü olayını bunca şeye alet edebilmekte garip aslında. Bir zamanlar dünya meteor kümesinin içinden geçerken yüzlerce yıldız kayması olmuştu, şimdi her bir yıldızda bir dilek gerçek olsa, dünya da zenginlik kol gezerdi. Kimsenin dünya barışını istemeyeceği için zenginlik diyorum. Her 100 kişiden 99’u eminim ki zengin olmayı dileyecek. Diğer biri de zaten zengin olduğu için başka bir şey dileyecek muhtemelen. Hem meteor’a neden yıldız kayması denmiş onu da merak ettim? Yıldıza neden yıldız denmiş o’nu daha çok merak ettim? Bir de meteor avcıları var onlar çok farklı bir dünya, o konuya hiç girmiyorum. Ama kardeşim, sen nerden biliyorsun nereye düştüğünü. Belki günlerce yol gezeceksin. Kolay para sanıyorsun da! Yol masrafı yok mu bunun? Otursan bir yerlerde çalışsan daha fazla para kazanmaz mısın? Bir okulu bırakan insana neden hep acınası gözlerle bakılır? Bu onun özgür iradesi değil mi? Gelecekte onun. İnsanlar izledikleri dizilerde ki insanları neden hep kendileriyle özdeştirir? Dizi onun üstüne yazılmış gibi, ben o’yum ben bu’yum. Onu öldüren benim. Öldüren diyorum çünkü başka dizi yok. Her yer ölüm kalım meselesi olmuş. Bir de daha güzeli var, o dizide oynayan insanların gerçek hayatta da öyle olduklarını sanıyorlar. Birkaç soru geliyor aklıma hemen; Bu insanlar bunları dizi olarak izlemiyor mu? Kurgu olduğunu bilmiyor mu? Bu arada şu küçükken oynadığımız mario ne kadar saçma bir oyunmuş! Ateşlerin üstünden atlayan, kremit falan kıran bir herif; orada ki varlıklara dokununca ölüyor. Var mı böyle saçma bir mantık? Hayır, kafasıyla kiremit kırmasın, ben ölmesine razıyım. Aklıma gelmişken, bu bayanlar neden çantalarının içine sürekli bir şeyler koyuyorlar? Nereye taşınıyorlar? Bu nereye gitmenin telaşı? Bavul taşısalar daha iyi gibi geliyor bazen bana.

14 Haziran 2011 Salı

Bir Paranoya'nın Günlüğü 13


Aslında siyasetten bahsetmeyi pek sevmem. Ama siyaset denince akla neden hep çalma çırpma gelir? Yani siyaset yapanlar dokunulmaz hırsızlar mı? – kendimle çelişiyorum şu anda onu fark ettim. Her neyse. Günde birkaç saatimi televizyon karşısında geçiririm – bu 24 saate tekabül ediyor, ne ara uyuyorum bilmiyorum. 3-5 kanal zapladıktan sonra delicesine bir şey dikkatimi çekti ve kendi kendime “lan neden bütün kanalların 3’te 1’inde yemek programı var’’ diyerek şaşırdım. Bizim milletimiz bu kadar mı aç? Geçenlerde arkadaşımla bir şey konuşurken ne söylerse “evet” yanıtını verdim. Haliyle kızdı bana “neden sürekli evet diyorsun” diyerekten. İlkokulda öğretilen şeyleri yapıyorum dedim. Gayet basit ve net! İlkokulda sürekli yazı yazarak ve öğretmenimize “evet öğretmenim” diyerek geçirmedik mi? Garip bir anekdot oldu bu. Bak bir şeye daha çok taktım. Türk milleti acayip zeki ama yanlış yerlerde kullanıyor. Pil bitince ısırılır mı? İçinde kaç tane nükleer şey var onun? Manyaklaşma, cimri misin, pinti misin? Git makul bir fiyata yenisini al! Niye nükleer şeylerle sevişme yolunu seçiyorsun? İnsan neden sevdiğini yerden yere vurur? Madem seviyorum o zaman öldüreyim diye bir şey olabilir mi? Ben senden hoşlanıyorum diye seni sürekli dövmem mi lazım? Sana kötü davranılıyorsa uzak dur arkadaşım! Şöyle saçma sözler duydum ben; “kız beni sürekli tersliyor, harbiden atasözlerimiz doğru söylüyor. Kesin seviyor beni” var mı böyle bir şey? Bu insanın IQ seviyesini sorgularım ben. Her atasözü bilinçli mi söylendi sanıyorsun? Kesin sarhoştu bu atasözünü söyleyen. Kendinize geliniz lütfen. Bu arada geçenler de bir hatundan hoşlandım, gideyim de bir yemeğe davet edeyim, ilişki kurayım falan dedim. Kızın yanına gittim ve “merhaba, şey bu akşam yemeğe çıkabilir miyiz? Sizden gerçekten hoşlandım” dedim. Kızın cevabı net ve iticiydi. “şu anda ciddi bir ilişki düşünmüyorum”. İlk olarak ciddi bir ilişki düşünmüyorum derken nasıl bir ilişki düşünüyorsun? İkincisi, benim ciddi bir ilişki düşündüğümü kim söyledi sana? Alt yazılı falan izliyorsan beni onu bilemeyeceğim. Ciddi bir ilişki düşünmüyorum ne demek ya? Nasıl bir ilişki düşünüyorsun? Televizyon karşısında bir ilişki mi? Ya da dur, parkta ne dersin? Sana çelme takarım, bu da olur. İlişki biçimi bu da! Hoşuna gider mi? Eskiden ilişkiler tek gecelikti der, bu konuyu da burada kapatırım.

Bir Paranoya'nın Günlüğü 12


Sınav telaşlarını her zaman sevmişimdir. İnsanlar koşuşturur, uykusuz geceler başlar. Çok komik duruma düşen insanlar gördüm. Son gün ders çalışanları da, kendi açımdan düşünüyorumda; son gün ders çalışsan ne olacak ya? Ne işine yarayacak? Koca bir yıl ders çalışmadıktan sonra 24 saat içinde mi yutacaksın her şeyi. İmkansız. Aklıma adidas reklamı geldi ‘’impossible is nothing’’. Hadi leeen! Derim ben buna. Gelsin son günde tıp kazansın da göreyim ben. Bir de gaz veren veliler ve dershane hocaları var ya, beni benden alıyor. ‘’başarabilirsin, sınava ne kaldı şurada’’ falan filan. Sınava ne kaldı şurada ve başarabilirsin. Çok garip çelişki, bence o çocuk kitabı elinden bıraksın. Face-book’a geçsin. Sanal aleme akma zamanıdır. İnsanlar neden bazı şeyleri çabalamaya çalışırken biri gaz verir? Bak bunu da hiç anlamış değilim. Biri bana gaz vermese ben çalışamayacak mıyım? ‘’hadi oğlum, başarabilirsin’’ affedersiniz ama, yarış atı mıyım ben? Son kulvardan bir boy farkla koşar gibi halim var mı? Haa, unutmadan efendim. Sınavı kazanamadığında da köstek olurlar her zaman. Yapamayacağını biliyorduk zaten, deneme sınavların kötüydü falan. Yarış atını emekliye ayırdılar. Bence daha fazla acı çekmeden öldürün. Sonra da söyledikleri şey, biz senin iyiliğini istediğimiz için bağırıyoruz. Hiç duydunuz mu, iyiliğim için öldürdüm diyeni? Garip. Ha bu arada aklına nike reklamı da geldi ‘’just do it’’ lan bi yürüyün be.

Bir Paranoya'nın Günlüğü 11

Anlam karmaşası yaşarken zaten, bir de anlamsız kelimelere boğuyorlar ya beni, çıldırıyorum resmen. Aslında akıp giden zor, güzel, alımlı, çalımlı bir hayat var karşımızda. Bu kadar zorlaştırmaya ne gerek var değil mi? Herkes bir moral bozukluğu ile boğuşup gidiyor, tamam boğuşunda, boğulmayın. Birkaç gün kadar önce bir arkadaşımla konuşurken ailesi ile olan sorunlarını dile getirdi hep, aslında çözümü hiç zor olmayan şeylerdi. Bu kadar uzatmaya değmezdi. Bu türlü vakaları dinlermiş gibi yapmak en güzeli her ‘’dimi?’’ değişinde ‘’hı-ı’’ demek lazım, yoksa başa çıkılmıyor. Dolmuşta giderken garip bir şeylere daha takıldım. Erkekler ne kadar hava atma bağımlısı olmuş öyle. Yaşlı bir teyzen dolmuşun sıcağından boğulmuş olacak ki camı açmaya çalıştı. Tabi açamadı doğal olarak, hemen genç, atletik bir gencimiz koştu ve zorlayarak camı açtı. Bir an gözlerine baktım sanki içinden ‘’işte ben ya, Süpermen miyim neyim canım’’ dediğini gördüm. Sanki herkesten alkış ister gibiydi, elbette kimse alkışlamadı ve gözlerinde ki o ışık bir anda söndü. Adeta gözünün feri gitti. O an omzuna dokunup ‘’ne oldu? Kahramanlığın buraya kadarmış mı?’’ demek istedim.

Bir Paranoya'nın Günlüğü 10

Çok kıskanıyorum şu sevgililerin, sevgililer gününü kutlama merasimlerini. Hediyeler, geceleri birlikte geçirmeler. Bir de duygusal oluyorlar ya, bayılıyorum. Para harcamak güzel bir şey. Birkaç gün önce ailemle bir akrabanın yanına gittik. Akrabanın verdiği şekerden sonra ambalajını koyacak yer bulamadım. Yarım saat boyunca içim, içimi yedi. Yerimden de kalkmak hiç aklıma gelmedi, kendime sorular sorup duruyorum: Bunu nereye atacağım? Yere atsam görürler mi? Cebime mi koysam? Sonra unutuyorum, arkadaşlarım görüyor dalga geçiyor. En sonunda yüzümü kıpkırmızı gören ev sahibi ‘’ bir sıkıntın mı var semih? ‘’ dedi. Bende ‘’elimde ki ambalajı atabileceğim bir yer bulamadım, çıldıracağım’’ dedim. Şaşkınlıkla birkaç saniye boyunca yüzüme bakan ev sahibi alayım ben onu dedi. Bende arkasından evden çıktım. Evden çıktıktan sonra benim dedikodumu yapmışlar. İnsanlara arkamı dönmeyeceğim bundan sonra. Unutmadan geçenlerde sevgililer günüyle ilgili bir yazı okudum. Konusu da sevgililer günü hem de. Neyse konuyu dağıtmadan. Sevgililer günü palavrasını uyduran aziz valentin’in çiçek satıcısı olması ne kadar garip öyle değil mi? Herif resmen ciro yapmak için sevgililer günü palavrasını uydurmuş. Sonra unutunca biz suçlu oluyoruz, aziz valentine sorun hesabı ya. Ben her çiçek satıcısını aziz valentin sanıp çiçek almıyorum artık. Ne malum, belki parası yine onun kasasına gidiyordur.

Bir Paranoya'nın Günlüğü 9

Bir paranoyanın günlüğü 9

28 Şubat 2011 Pazartesi, 21:58 tarihinde Semih Büyükburgaz tarafından eklendi

Neden hep reklamlarda bir şarkı kullanılır? O iğrenç şarkıları yazmak için çok mu uğraşıyorlar acaba? Nedir o şarkılar öyle ya, insanı intihara götürüyor. Kimse de şikayet etmiyor mu? Biz artık şarkısız, türküsüz reklamlar istiyoruz. En azından ben istiyorum, başkalarını bilmem. Buradan ilgililere duyurulur. Dün yeni bir polisiye kitabı aldım, uzun bir süre okuduktan sonra sıkıldım ve son sayfasını açtım. Hangi mantıkla yaptım bilmiyorum, kitap okumayın ya da kitap okumayı kötülemiyorum. Ben sıkıldım sadece, her kitabı sevmek zorunda mıyım ayrıca? Çok fazla detaya girmeden , son sayfayı açtım ve katili öğrendim. Tahmin ettiğim kişinin olduğunu görünce iyice hayal kırıklığına uğradım. Napalım kader deyip geçelim. Bu arada sigara içiyorum ben. Övmüyorum kendimi ama alıştık işte. Her neyse anlatacak bir şeyim olduğu için söyledim bunu. Geçenlerde bütün gece sakladığım son sigaramı tersten yaktım. İçim nasıl acıdı bilemezsiniz, hayatta yok böyle bir acı. Ne sevgiliden ayrılmak, ne para kaybetmek, ne de borsada batmak, işte en büyük acı budur. Tabi 5 dakika boyunca ‘’neden yanmıyor lan bu sigara’’ diyorsun. Neden sosyal paylaşım ağlarında sıtarbaks’dayım modası var? Bende severim sıtarbaks’ı ama hiç fotoğraf çekileyim, bak bardağım gözüksün modası olmadı bende. Yüzsüzlüğün daniskası diyebiliriz buna.

Bir Paranoya'nın Günlüğü 8

Türk dizileri neden her uzun olmak zorunda? Reklamlar dahilinde 4 saat dizi mi olur lan? Bir sinema filmi aylarca sürüyor çekilmesi ve bir buçuk saat sürüyor, bir dizi film bir haftada falan çekiliyor 2 ile 4 saat arası. Bizim istediğimiz sadece konuyu anlayalım, daha fazla birşey istemiyoruz. Herşeyi en ince ayrıntısına kadar anlatmak zorunda değilsiniz ki. İnsan taktımı takıyor, takmasa da takıyor. Yani illa takacak! Geçenlerde bir arkadaşımla muhabbet ediyorduk, arkadaşı şiiri seven, kültürlü bir insan. Fakat o gün kültürü sanırım misafirliğe gitmiş. Espiri yapmaya çalıştıkça batıyordu, kurtarmakta imkansız gibiydi. En son yaptığı ve benim kafeden çıkmama sebep olan espirisi şöyleydi: "semih, son yazdığım şiirden sonra şiiri bıraktım ve artık düz yazı yazacağım" dedi. Peki ya konusu ne, ne gibi falan yazacaksın derken, keşke sormaz olaydım. "artık ana avrat dümdüz yazacağım" dedi. İletişimi mi kestim. Evet artık konuşmuyorum. En büyük olayı da kaçırmamak lazım. Bu sevgililer günü nedir ya? Sevgilimizle sadece o gün mu romantik olabiliriz? Başka günlerde yasaklı mıyız? Eğer öyleyse ben sadece 14 şubatta sevgili bulacağım. Bulmazsam kendime hediye alır, kendime romantik sözler söylerim. Ne var? Ben kendime aşığım! Mutsuzluk nedir onu merak ediyorum. Hayat hep mutsuzluklardan mı ibaret? En büyük mutsuzluk nedir peki? Şöyle kısa bir hikaye ile anlatayım. Geçenlerde evimin bulunduğu daireye girdim ve öyle güzel yemek kokuları vardı ki kimseye anlatamam. Kesin annem mükemmel yemekler yaptı bizim evden geliyor dedim. Ama eve gittiğimde kimse yoktu. İşte mutsuzluk, bana mutsuzluğun resmini yaş dese Nazım, eve girdiğimdeki sürat ifademi çizerdim. Yapardım!
S. Büyükburgaz